BİTKİLERİN İÇİNDEKİ YARARLI MADDELER (DROGLAR)

BİTKİLERİN İÇİNDEKİ YARARLI MADDELER (DROGLAR)

Her bitkinin içinde yararlı maddeler, droglar vardır. Bitkilerin tedavi güçleri, kullanıldığı hastalıklar ve kulla­nılma biçimleri, bu maddelerin miktarı, türü, kimyevi bileşimleri ve oranlarıyla ilgilidir. Droglar bitkinin yetiştiği toprak, yetişme biçimi, yetiştiği yerin iklimi, toplandığı mevsim, kurutma, saklama ve hazırlama biçimine göre değişebilir.
Acı maddeler: Kimyevi yönden bileşimleri birbirinden ayrı olan maddelerdir. Ortak noktaları acı olmaları ve etkileridir. Acı maddeler mide ve bağırsak öz suları bezelerine, safra kesesine ve pankreasa etki ederek salgıları­nın artmasını sağlar. Bu nedenle sindirimi destekler, kolaylaştırır ve iştah açıcıdırlar. Yüksek ölçüde alındığında etkiledikleri organlardan biri veya birkaçı veya merkezi sinir sistemi bozuklukları gösterebilir. Acı maddeler gli­kozit veya alkaloit değildir.
Alkaloitler: Azotlu organik bitki tuzlarıdır. Farklı etkiler gösterirler. Suda belirli oranda, alkolde kolayca erir­ ler. Genellikle merkezi sinir sistemine etki ederek, kimyasal süreçlerin hızlanmasına veya yavaşlamasına neden olurlar. Alkaloitlerin bazıları ancak yüksek ölçüde alındığında etkili olur, bazılarıysa çok küçük miktarlarda bile çok etkilidir. Alkaloit eriyikleri hastalıkların tedavisi için çok değerli maddelerdir. Bilgisizce kullanıldığında çok tehlikeli olabilirler. , nikotin ve morfin alkaloitlere ö ek olarak verilebilecek birkaç isimdir.
Aminoasitler: Proteinlerin organik yapı taşlarıdır. Günümüzde doğal proteinlerin yapısında rol oynayan 22 aminoasit bilinmektedir. Bunları üç ana grupta toplayabiliriz:
I.  Esansiyel aminoasitler lösin, lizin, metiyonin, izolösin, fenilalanin, treonin, triptofan, valin ve histidin yaşam için kesinlikle gerekli olan ve vücudun üretemediği aminoasitlerdir. Gıda maddeleriyle alınması gerekmektedir.
Il.  Yarı esansiyel aminoasitler.
III. Vücudun üretebildiği aminoasitler alanin, arginin, asparagin, aspartik asit, sistein, serin, glutamik asit, glutamin, glisin, omitin, prolin ve rozindir.
Proteinler: Temel taşları aminoasitlerdir. Hücre yapımında hayati değer taşıyan ve metabolizma için en önemli enzimler (biyolojik katalizatörler) proteinlerdir. Proteinlerin yapısında ana madde olarak karbon, hidrojen, oksi­jen, azot, kükürt ve fosfor vardır. Sıvılarda erimelerine ve kimyevi bileşimler e göre birçok gruba ayrılırlar. Ör­neğin albümin çeşitli bitkilerde bulunur ve suda erir. Globülin bitki tohumlarının önemli maddelerindendir, suda erir. Prolamin genellikle hububatta bulunur.
Boyalar: Belirli boyaların organizma için fizyolojik değeri vardır.
Enzimler: Enzimler biyolojik katalizatörlerdir. Kendisi reaksiyona girmeden kimyasal bir reaksiyonun hızını değiştirir. İnsanların, hayvanların, bitkilerin hücrelerinde üretilen proteinlerdir. Belirli kimyevi reaksiyonların o­labilmesi için belirli enzimler gereklidir. Örneğin amilaz enzimi yarım saat içinde kendi hacminden 20000 kat fazla nişastayı ayrıştırır. Enzimlerin birçok fonksiyonu yapabilmesi için koenzimlere ihtiyaç vardır. Bunlar da genellik­le vitaminlerdir.
Flavonoidler: Flavonoid adı altında, kimyevi bakımdan bu maddeye en yakın maddeler anlatılmak istenmekte­dir. Bitkilerdeki renk verici boyalar flavonoidle yakın akraba olan maddelerdendir. Sıvılar içinde çok zor erimele­ri nedeniyle tam olarak incelenememektedirler. Flavonoidlerin kılcal damarların geçirgenliklerini azalttıkları ve dayanıklılıklarını artırdıkları bilinmektedir. Bazı flavonoidler damar kramplarını çözmeye yarar, bazıları ise idrar söktürücüdür.
Glikozitler: Kimyasal olarak bir şeker molekülü ve buna b.ağlanmış genin veya aglikon molekülünden oluşan maddelerdir. Bu şeker molekülleri su içerisinde, bağlandıkları yapılardan çok kolay çözülür. Çözülmeyi asitler, mayalar, sodalı su ve sıcak süratlendirir. İçinde glikozit bulunan her bitkide çözülmelere neden olan mayalar var­ dır. Bunlar, bitkinin hücreleri bozulduğunda harekete geçer. Bu nedenle glikozitden yararlanılmak isteniyorsa, bitki zedelenmeden ve ezilmeden dikkatle toplanmalı, havadar ve gölge yerlerde çok iyi kurutulmalı, nemden korunacak biçimde saklanmalı, ilaç olarak hazırlanırken çok az kaynatılmalıdır. Glikozitler bağlandıkları yapıya ve bağlanış biçimlerine göre değişik biçimlerde, çok çeşitli etkiler gösterir. Bazıları zararsızdır, bazıları ise çok güçlü zehirdir.
Lesltin: Lesitin ilk olarak 1850 yılında Fransız Maurice Gobley tarafından yumurta sarısından izole edildi. Lesi­ tin özel bir yağ grubu için kullanılan genel addır. Lesitinin diğer adı fosfolipiddir. Fosfolipid hücre yapısının vaz­ geçilemez, hayati yapı taşıdır. Fosfolipid moleküllerinin birbirinden farklı iki özelliği vardır: bir bölümü suyu, bir bölümü ise yağı sever. Suyu seven bölümü suda bir araya gelerek birleşir, sevmeyenler ise uzaklaşır. Bu durum­ da su sevenler dışta, sevmeyenler içte olmak üzere bir zar oluştururlar. Fosfolipidin bu özelliği canlıların hücre yapısının oluşumunda önemli rol oynar, zar olarak hücreyi korur, gıda maddelerini geçirir. Fosfolipid bitkisel h crelerin de önemli bir bölümünü oluşt r. Fosfolipid özellikle ayçiçeği, soya fasülyesi, susam gibi bitkisel yağ elde edilen bitkilerin tohumlarında bulunur. Bitkilerde bulunan fosfolipid insan ve hayvan midesinde, yapı taşla­ rına ayrılır. İnsanın veya hayvanın karaciğerinde ihtiyaca ve belirli bir plana göre tekrar birleştirilir. Lesitin yağ metabolizmasındaki bozuklukların ortadan kalkmasını sağlar. Karaciğerde ve kanda fazla yağ birikmesini engel­ leyerek kolesterol or düşmesini sağladığı ileri sürülmektedir.
Fosfolipidler az da olsa fiziksel ve kimyasal farklılıklar gösterir. Bu nedenle fosfolipidlerden çeşitli biçimlerde yararlanılır. İnsanlar için en önemli üç fosfolipid fosfadilkolin, etanolamin ve inosittir.
Müsilaj: (Sümüksü madde) Yüksek molekül sayılı, kimyevi olarak karbonhidratlardan yansımış, konsantre ­edildiklerinde pelte gibi olan, az akıcı, yapışkan maddelerdir. Bu özelikleri nedeniyle genel olarak yanıklarda, pek­ liklerde, öksürükte, ülser ve gastritte kullanılırlar.
Pektin: Pekti er jelatin oluşturucu maddelerdir, bitkilerin ana yapısını oluşturur ve bi içindeki maddele­ ri bağlarlar. Hücre duvarlarının ve !amellerin oluşmasında önemli rol oynarlar. Tüm meyvelerde az veya çok pektin bulunur.
Çeşitli pektinler vardır, ancak pektinleri iki grupta toplayabiliriz:
a-)Şekerle birleşerek jelatin oluşturanlar.
b-) Şekerle birleşmeden jelatin oluşturanlar. Bunların jelatin oluşturmak için genellikle kalsiyum tuzlarına ihti­yacı vardır. 
Pektinler çok düşük oranlarda sindirilebilir. Mide ve incebağırsaktan hemen hemen hiçbir değişikliğe uğra­ madan kalınbağırsağa geçerler.
Pektinler kalınbağırsakta sindirim bakterileri ve enzimleri tarafından ayrıştırılır. Bu ayrışım sırasında çok az oksijen ve karbondioksit oluşur, bu nedenle şişkinlik yapmazlar. Pek nler kalınbağırsaktaki bakteriler tarafından ayrıştırıldıklarından suyu bağlayarak dışkıya hacim ve ağırlık sağlar, bağırsağın çalışmasını destekleyerek pekliği önler. Pektinler bağırsağı doldurarak, bağırsaktaki gerilimin azalmasını sağlar.
Pektinlerin, belirli aminleri ve mazı asidinin neden olduğu ar kları bağlayarak, kalınbağırsakta kanser oluşu­ munu ediği sanılmaktadır. Kolesterol oranı yüksek olanlarda mazı asidini bağlayıp safranın normal kalmasını sağlar. Pektin akut incebağırsak iltihaplarında da etkili olmaktadır.
Silisik asit: Silisik asit nötr bir maddedir, tahriş edici ve zehirli değildir. Silisyum oksit molekülleri suda veya yağda, zincir biçiminde birleşerek bi yapısında yer alır. Bazı bitkilerin yaprak yüzeylerini veya kenarlarını oluşturur. Bu nedenle bazı bitkilerin yaprak kenarları jilet gibi keskin olur.
Silisik asidin insan organizmasını nasıl etkilediği tam olarak açıklanamamıştır. Bağ dokunun zayıflığında yar­ dıma olduğu sanılmaktadır.
Saponinler: Çok karışık olan birleşik maddelerdir. Suda sabun gibi köpürürler. Bu özelliğinden yararlanılarak, sabuna karşı ale i gösteren cilt hastalıklarında kullanılır. Çoğunlukla yalnız başına beklenen etkiyi gösteremeyen başka maddelerin, vücuda kolayca alınmasına yardım eder. B gam söktürücü özelliği nedeniyle gargara olarak kullanılır. Fazla alındığında kusturur.
Şeker: Tatlı olan bir karbonhidrattır. Laktoz, fruktoz, glikoz, sakkaroz gibi birçok çeşidi vardır.
Fruktoz (meyve şekeri) meyvelerde ve balda bulunan, tatlandırma gücü en yüksek olan doğal şeker çeşididir. Kandaki şeker oranını etkilemez. İnsüline bağlı olmaksızın karaciğer üzerinden kana karışır.
Glikoz (üzüm şekeri) üzümde ve bazı meyvelerde bulunur. Süratle kana karışır. Kandaki oranı genellikle O,l’dir. Şeker hastalarında bu oran 0,3’ün üzerindedir. Süratle kana karışarak kandaki şeker orarunı yükseltmesi nedeniyle şeker hastaları için tehlikelidir.
Laktoz (süt şekeri) tatlandırma gücü düşük olan, sütte bulunan bir şekerdir.
Tanen: Çoğu bitkide bulunur, ancak çok az bitkide işe yarar miktardadır. Deri sanayiinin ana maddelerinden biridir. Proteinlerin, birçok alkaloitli ve glikozitli maddenin sıvıda erimemesini sağlar. Çay karışımları hazırlanır­ ken buna dikkat edilmelidir. Tıpta çoğunlukla mukoza tabakasının, cilt hastalıkla ve yanıkların tedavisinde kullanılır.
Yağlar: Yağ, protein ve karbonhidratlardan sonra yaşam için gerekli olan üçüncü önemli maddedir. İnsan vü­cudunun günde ortalama 80-85 g yağa ihtiyacı vardır. Daha fazlası zararlıdır.
Yağ vücut için gerekli olan kaloriyi sağlar, vücudun ısı kaybe esini engeller, deri altında oluşturduğu kat­ manla vücudu dış etkilere karşı korur ve hücrelerin birçok görevi yapmasında etkili olur. Yağda eriyen vitaminle­ rin, hormonların,_ enzimlerin ve minerallerin taşınmasını sağlar. Bağışıklık sistemimiz için önemlidirler. Bitkisel yağların içinde bulunan çok kere doymamış yağlar hücre solunumunu aktifleştirir.
Yağlarda, yağda eriyen A, D, E, K vitaminleri ve karoten vardır. Bu vitaminler metabolizma, kemik yapısı, görme gücü, büyüme ve gelişme için önemlidir. Bitkisel yağlar kolay sindirilir. Deri altında depolanan yağ vücu­dun zor zamanlar için güvencesidir.
Dikkat: Bir bitkiye veya çiçeğinin tozuna karşı alerjisi olanların, o bitkinin yağını kullanmaması gerekir.
Hayvansal ve bitkisel yağların kimyevi yapıları aynıdır. Bir yağ molekülü 1 gliserin ve 3 yağ asidi molekülü­ nün kimyasal olarak birleşimiyle oluşur. Yağ asidi molekülü ise karbonla hidrojen atomlarının kimyasal olarak birleşmesiyle oluşur. Sentetik yağların insan beslenmesinde hiçbir önemi yoktur.
Yağ asitleri bağlanış durumlarına göre üç gruba ayrılır:
Doymuş yağ asitleri, her birine iki hidrojen atomu bağlı atom kar­bonu zincirlerinden oluşmuş moleküllerdir.
Doymamış yağ asitlerinde, iki karbon atomuna birer hidrojen atomu bağlanmamıştır.
Çok kere doymamış yağ asitlerinde, karbon zincirinin en az iki yerinde, ikikarbonatomunabirerhidrojenatomubağlanmamıştır.
Yağları katılıklarına göre de ikiye ayırabiliriz:
“””””””” “”””””” o
MHMHMMNMM MHMM MM
MNN MMMHH HHMM.HHH O
Katı yağlar oda sıcaklığında erimeyen iç ya& tereyağı gibi hayvansal yağlardır. Doymuş yağ asitlerinden oluşurlar. Bu yağlar merhem, pomat yapımında kullanılır.
Sıvı yağlar 20°C’ de sıvı halde olan yağlardır. Büyük oranda doymamış ve çok kere doymamış yağ asitlerinden oluşurlar. Genellikle bitkisel yağlar sıvı haldedir.
Vücudumuz doymamış yağları üretemez, bu nedenle dışardan almamız gerekir. Doymamış yağ eksikliği, 1929 yılından,beri bilinen ve belirtileri deride kuruma, büyüme, gelişme ve böbrek bozuklukları olan burr hastalığına neden olur.
Vücuttaki doymamış yağ asitleri in üçte biri linol asittir. Linol asit E vitaminiyle birlikte etkili olabilir. İdeal oran 1 g linol aside 1 mg E vitaminidir.
Bitkisel yağlar yakıt, boya, vernik ve sentetik reçine yapımında da kullanılır. Bir bitkiden yağ elde edildikten sonra kalan madde (küspe) ise genellikle hayvan yemi ve gübre olarak kullanılır.

Yorumlar

Popüler Yayınlar